4 Ağustos 2013 Pazar

NASIL KADIN OLUNUR?

Söylemeliyim ki, okuduğum en kötü kitaplardan biri. Kadınları anlatan, feminelliği ön plana çıkaran kitapları okumak pek tarzım değildir. Kitap sitelerindeki övgüleri görünce "denemekten bir şey çıkmaz" demiştim ama yanılmışım. Her satırını okuduğumu söyleyemeyeceğim. Sadece önemli gördüğüm ve ilgi çekici yerlerine baktım. Bu söylemlerde bile yeni bir şey yok açıkçası. Sanırım kadınlar özellikle 30'lu yaşlarda bu tür öğütlere ve söylemlere ihtiyaç duyuyorlar. Çünkü kadınlar için 30'lardan 40'lara geçmek onların üzerinde hem fiziksel hem de psikolojik açıdan farklı etkiler yaratıyor. Her insan için - özellikle kadınlarda- geçen zamanın iyi kullanılıp kullanılmadığını değerlendirme gerekliliği bu yaşlarda üzerinde durulması gereken bir konu. Yaşanmamışlık hissi ve yaşanacak şeylere geç kalma kaygısı ya da vizyon değiştirme isteği bu durumun en önemli nedenleri olarak sayılabilir diye düşünüyorum. Bu tarz kitaplar bu nedenle çok satıyor olsa gerek. Bir de kadınlar üzerine yazıldığını düşününce... Zaman kaybından sonra da oturup kendime kızdığımı tahmin edebiliyorsunuzdur herhalde. Diğer taraftan bu tür kitaplara ihtiyacım olmadığını görmek doğru yolda olduğum hissini uyandırdı bende. Bu da iyi tarafı diyelim. (Nehir'e benzedim Kendime göre bir tarzım var zaten - hem insan olarak hem de kadın olarak- ve çok da memnuniyetsiz değilim.


YÜZÜNCÜ AD-BALDASSARENİN YOLCULUĞU

Sanırım daha önce de duvarımda Amin Maalouf'un kitaplarından bahsetmiştim.Ancak söylemeliyim ki, okuduğum en iyi kitabı bu.Hatta daha da ileri giderek okuduğum en iyi kitaplardan biri olduğu belirteyim.Maalouf genellikle tarihi romanlar yazıyor.Tarihi roman yazmayı daima zor bulmuşumdur.Çünkü anlatmak istediğiniz zaman ve olayla, kurguyu çok iyi harmanlamanız gerekir. Yazar bu konuda mükemmel... Kitap da Osmanlı tebasına ait Baldassare adlı bir cenevizlinin başından geçenler anlatılıyor.Tür olarak günlük şeklinde yazılmış.Yine belirteyim ki, günlük türü pek sevdiğim bir tür değildir ve bir romanın içine yerleştirilmesi de çok hoşuma gitmez.Ama bu kitap benim bu anlayışımı kökten değiştirdi.(!) Olaya gelince, kahramanız dünyanın sonunun geldiği düşünülen bir zamanda,(1600'lü yıllar) bunu engellemek için Allah'ın yüzüncü adını aramaya başlar. Bu ad ise büyülü olduğu düşünülen bir kitabın içindedir.Baldasser bu kitabın peşinden birçok ülke,şehir dolaşır.İzlenimlerini ise günlüğüne aktarır adım adım. Kitap bitince önümüze bahsi geçen yılların tarihi açıdan panoromik bir tablosu da ortaya çıkar.Diğer taraftan kitap da beni en çok etkilen şey, yazarın insan ruhunun derinliklerine bakışı.Bu bakış da kendinizi buluyorsunuz adeta.İnsanın kendisiyle ilişkisini anlatabilecek en güzel tür günlüktür tabi.Bu açıdan da zekice bir kurgu. Ayrıca bu mükemmel kurgu aşktan da yoksun bırakılmamış.Neden bırakılsın ki,aşk insanı yönlendiren en güçlü duygulardan biriyken... Hepsi bu.(!) Yazarın tüm kitaplarını tavsiye edebilirim.Son dönemde çıkardığı "Çivisi Çıkmış Dünya" adlı deneme kitabı da oldukça güzel.


ZERO DARK THIRTY

Filmde 11 Eylül saldırılarından, Bin Laden'in yakalanmasına kadar geçen süreç anlatılıyor. Açıkçası filmin yılın en iyi filmlerinden biri olarak lanse edilmesi bana pek de adil gelmedi. Dünyada bir şeyi anlatmanın, propaganda yapmanın, reklamın en iyi en etkili yolu sinema. Siyaset destekli Amerikan film sektörü bunu çok iyi başarıyor doğrusu. Filmde gerçek bir olay(!) ucuz bir Amerikan polisiyesi gibi anlatılmış. Buna karşın tempo çok düşük. Yok belgesel ise -ki bu da eleştirilir- bu türün şartlarını taşıması gerekir.Bir taraftan Amerika mağdur olarak gösterilirken bu durum üzerinden sahte, göstermelik bir adalet gösterisi yapılıyor. Zaman zaman tarafsızlık olsun diye esirlere yapılan muamele eleştirilirken hemen ardından "Oh olsun bu caniler masumlar katletti" düşüncesi gözünüze sokuluyor. Kısaca taraf tutacak haliniz bile kalmıyor.(!) Tabi müslümanları ve Doğu insanını aşağılayan sahneler de cabası. Diğer taraftan Amerika'nın kendi halkı bile Bin Laden'in ajan olduğuna ve 11 Eylül saldırılarının da Amerika'nın Orta Doğu politikasının haklı gösterecek bir bahane yaratmak için yapıldığına inanırken filmin bu derece göklere çıkarılması komikten öte trajik bir durum. Filmin tek artısı başrol oyuncusu Jessica Chatsan'ın oyunculuk performansı sanırım.


1 Temmuz 2013 Pazartesi

MESNEVİ TERAPİ

Nevzat Tarhan'ın nasıl bu kadar çok kitap yazdığını hep merak ederdim.Ön yargılı olmak istemem ama bu kitabı okuyunca anladım.(!) Mesnevi gibi güzel ve gündemde bir konuyu insan ancak bu kadar heba edebilir. İfadeler, başlıklar klişe, yeni bir söylem yok. Ayrıca yazarın bir metot sorunu var gibi görünüyor. Bu konuyu hangi açıdan ele almış pek anlaşılmıyor. Bir din kitabı mı? Yahut tasavvuf ? Yok, insanların ruh durumunu etkileyecek, onlara değişim getirecek bir kitapsa metot nerede? O zaman bilimsel de diyemeyiz. Kişisel gelişim sınıfına da sokmak zor gibi kanımca. Ön hazırlığı tam yapılmamış, henüz olgunlaşmadan ortaya konan bir çalışma bence. Diğer taraftan, yazarın bilimsel bir kimliği var. Esere baktığımızda ise bu kimliğinden sıyrılıp, kendi öznel yargılarını konuya dahil ettiğini görüyoruz..Bu da eleştirilebilir bir durum. Çünkü yazdığı kitabın türü tam olarak belli değil. Dediğim gibi belki kitabın niteliğini belirleseydi ortaya daha güzel bir eser çıkabilirdi. Örneğin Elif Şafak'ta "AŞK" kitabında aynı konuyu işliyor. Ancak ortaya koyduğu eser bir roman, sanat metni ve bu çerçeve içinde duygu ve düşüncelerini çok iyi ifade ediyor.Bu ifade ediş şekli ve izlediği yol seçtiği metin türüyle ters düşmüyor.



28 Mayıs 2013 Salı

KATRE-İ MATEM



İskender Pala'nın Divan Şiiri ile ilgili kitaplarını, şerhlerini,tarihi olaylar ve şahıslara ilişkin anektodlarını her zaman çok beğenmişimdir.Romanları içinse aynı şey düşünmüyordum. Özellikle "Babil'de Ölüm,İstanbul'da Aşk" kitabı benim için tam bir eziyetti. Ancak söylemeliyim ki, bu benim beğenimle ilgili bir durum. Belki de yazarın romanlarında duygusal yoğunluk fazla olduğu içindir. Diğer taraftan, "Şah Sultan"la fikrim değişmeye başlamıştı. Bu kitapla da Pala'nın romanları okuma zevkimde farklı bir yere oturdu benim için. Kitap kulübümüzde bu kitap ilk önerildiğinde açıkçası okuyamayacağım diye paniğe kapıldım. Ama umduğumun tam tersi çıktı. Çok güzel bir dönem kitabı. Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşanan Lale devri tüm ayrıntılarıyla gözler önüne serilmiş. Mükemmel bir kurgu var. Kahramanlar hikayenin içine büyük bir titizlikle ve olayı besleyen bir döngüyle yerleştirilmiş.Tempo hiç düşmüyor.Kitap 66 bölümden oluşuyor. Olay bir bilmece yumağı gibi. iİk bölümde düğümlenen olay her bölümde yeni bir kılığa bürünüyor ve sonunda nihayete eriyor. Kullanılan dil ve üslup da oldukça akıcı. Kelimeler üstlendikleri görevi layıkıyla yerine getirmiş. Yazar ön sözde.bu hikayeyi eski bir yazmadan aldığını söylüyor. Tamamını mı almış bilemiyorum ama öyleyse bile büyük bir emek harcadığı kesin. Hikayeyi alsa bile kullanılan çevirinin doğru olması, anlam ve duygu kaybının olmaması, sözcüklerin yerinde kullanılması bile başlı başına bir iş. Kurguda da farklılık yaratmıştır diye düşünüyorum.