25 Haziran 2018 Pazartesi

"GASLİGHT" ve BENLİK ALGISI



 “Sabah güneş doğduğunda, bazen gecenin olduğuna inanmak çok zordur.”
1944 yapımı “Gaslight” uzun zamandır hakkında yazmak istediğim bir film. Filmin senaryosu bir tiyatro oyunundan alınmış. Başrollerinde Hollywood’un en güzel artistlerinden biri olan Ingrid Bergman ile Charles Boyner yer alıyor. Her ne kadar Bergman en dikkat çekici artist olarak görünse de filmi götüren, sürükleyen Boyner ve hizmetçi kız rolünü üstlenen Angela Lansbury’un göz dolduran oyunculukları.
“Gaslight” sıradan bir gerilim filmi gibi görünse de içinde dikkate değer birçok konu ve kavram barındırıyor. İlk göze çarpan da kendin olmak ve kişilik bütünlüğü sanırım.
Hayatı travmalarla dolu bir kız olan Bergman, kendine bir hayat kurup, yeni bir başlangıç yapmak için aşık olduğu adam olan Boyner’le evleniyor. Boyner'in isteği üzerine de yaşamak için Bergman'ın çocukluğunun geçtiği ve çok da hoş anıların olmadığı eve yerleşiyorlar. İlk başlarda her şey normal giderken bir süre sonra Boyner'in kendi amacına ulaşmak için-amacı söylemiyorum tabi ki- Bergman’ın üzerinde psikolojik baskı yarattığını, onu manipüle ettiğini görüyoruz. Zaten hayatında yıkıcı travmalar yaşamış olan Bergman zaman geçtikçe özgüvenini kaybediyor ve kişilik bütünlüğü bozulmaya başlıyor. Bu da yalnızlığı ve tecriti getiriyor tabi. Bunu gören Boyner baskının şiddetini gittikçe arttırıyor. Kurban psikolojisine giren Bergman kendisini ayakta tutmak ve destek görmek için daha fazla taviz veriyor ve verdiği her taviz onu biraz daha benlik kaybının eşiğine getiriyor. Filmi seyredeceğinizi farz ederek daha fazla ipucu vermeyeceğim.
Burada can alıcı nokta; dış unsurlara karşı kişilik bütünlüğümüzü koruyup, kendimizi merkezde tutabilmek. Biz diğer insanların düşündükleri değiliz, söyledikleri de…Şayet buna izin verirsek bir süre sonra bize ait olmayan bir başkasının hayatını yaşamaya başlarız. Tabi ki bu çoğu zaman söylendiği kadar kolay olmuyor. Ancak bu, yaşamamız ve kendimiz olmamız için vazgeçilmez bir gereklilik. Bunu sağlamak için kendimize dışarıdan bakma yeteneğimizi geliştirmeliyiz. Böylece hem dıştan gelen söylemleri dinleyebilir  hem de kişilik bütünlüğümüzü bozmadan, kendi içimize dönüp tarafsız olarak kendimizi değerlendirebiliriz. Bunun için en iyi teknik anda kalabilmek. Anda kaldığımızda olaylara ve kendimize dışarıdan bakar böylece gerçeklikten kopmak yerine gerçeğin sahibi oluruz. Unutmayalım ki, evrendeki her enerji gözlemlendiğinde değişir ve gerçek haline geri döner.
“Gaslight” psikoloji alanında da kullanılan bir terim aslında. Çıkış noktası da bu film diyebiliriz. Bu terim içinde önemli bir imge de barındırıyor. Filmde gaz lambasının kısılmasıyla birlikte gerçeklik olduğu halden çıkıp, çarpık bir hayale dönüşüyor. Gazın açılmasıyla ise eski haline geri dönüyor. Bu durum filmde çarpıcı bir metafor olarak kullanılmış diye düşünüyorum. Işıkların yanıp sönmesinin yarattığı imge-his; aydınlık/karanlık–gerçeklik/hayal ilişkisinin arasına ustalıkla oturtulmuş.
Film hem psikolojik hem de sosyolojik açıdan geniş bir yorum alanına sahip. Kişinin; ailesi, arkadaşları,toplum tarafından hedeflenen amaca uygun manipüle edilmesi ve zamanla kurban mantığına bürünmesi az görülür bir durum değil. Bireyin kendi gerçekliğinde kalmayıp, kişilik bütünlüğü gibi -buna bir sürü ekleme yapabiliriz- tartışılmaması gereken şeyler konusunda karşı tarafa taviz vermesi ve en sonunda da bunun sebebini kendisi olarak görmesi sadece bir paradoksa yol açar. Bu zamanla kişinin kendi kendini manipüle etmesine kadar varır. Kaldı ki, hiçbir sebep olmaksızın kendinden kaçmak, içine bakıp sorunlarıyla, deneyimleriyle yüzleşmemek asıl manipülasyondur ve kişiyi dışarıdan gelen istismara açan gerçek durum da budur.
Kendi gerçekliğinizde kalıp, kendinizi sabote etmeden istediğiniz gibi bir hayat yaşamanız dileğiyle sevgiler…