1944
yapımı “Gaslight” uzun zamandır hakkında yazmak istediğim bir film. Filmin senaryosu
bir tiyatro oyunundan alınmış. Başrollerinde Hollywood’un en güzel
artistlerinden biri olan Ingrid Bergman ile Charles Boyner yer alıyor. Her ne
kadar Bergman en dikkat çekici artist olarak görünse de filmi götüren,
sürükleyen Boyner ve hizmetçi kız rolünü üstlenen Angela Lansbury’un göz
dolduran oyunculukları.
“Gaslight”
sıradan bir gerilim filmi gibi görünse de içinde dikkate değer birçok konu ve
kavram barındırıyor. İlk göze çarpan da kendin olmak ve kişilik bütünlüğü sanırım.
Hayatı
travmalarla dolu bir kız olan Bergman, kendine bir hayat kurup, yeni bir
başlangıç yapmak için aşık olduğu adam olan Boyner’le evleniyor. Boyner'in isteği üzerine de yaşamak için Bergman'ın çocukluğunun geçtiği ve çok da hoş anıların olmadığı eve yerleşiyorlar. İlk başlarda
her şey normal giderken bir süre sonra Boyner'in kendi amacına ulaşmak için-amacı söylemiyorum
tabi ki- Bergman’ın üzerinde psikolojik baskı yarattığını, onu manipüle ettiğini
görüyoruz. Zaten hayatında yıkıcı travmalar yaşamış olan Bergman zaman geçtikçe
özgüvenini kaybediyor ve kişilik bütünlüğü bozulmaya başlıyor. Bu da yalnızlığı
ve tecriti getiriyor tabi. Bunu gören Boyner baskının şiddetini gittikçe
arttırıyor. Kurban psikolojisine giren Bergman kendisini ayakta tutmak ve
destek görmek için daha fazla taviz veriyor ve verdiği her taviz onu biraz daha
benlik kaybının eşiğine getiriyor. Filmi seyredeceğinizi farz ederek daha fazla
ipucu vermeyeceğim.
Burada
can alıcı nokta; dış unsurlara karşı kişilik bütünlüğümüzü koruyup, kendimizi
merkezde tutabilmek. Biz diğer insanların düşündükleri değiliz, söyledikleri de…Şayet
buna izin verirsek bir süre sonra bize ait olmayan bir başkasının hayatını
yaşamaya başlarız. Tabi ki bu çoğu zaman söylendiği kadar kolay olmuyor. Ancak bu, yaşamamız ve kendimiz olmamız için vazgeçilmez bir gereklilik. Bunu sağlamak
için kendimize dışarıdan bakma yeteneğimizi geliştirmeliyiz. Böylece hem dıştan
gelen söylemleri dinleyebilir hem de
kişilik bütünlüğümüzü bozmadan, kendi içimize dönüp tarafsız olarak kendimizi
değerlendirebiliriz. Bunun için en iyi teknik anda kalabilmek. Anda kaldığımızda
olaylara ve kendimize dışarıdan bakar böylece gerçeklikten kopmak yerine
gerçeğin sahibi oluruz. Unutmayalım ki, evrendeki her enerji gözlemlendiğinde
değişir ve gerçek haline geri döner.
“Gaslight”
psikoloji alanında da kullanılan bir terim aslında. Çıkış noktası da bu film
diyebiliriz. Bu terim içinde önemli bir imge de barındırıyor. Filmde gaz
lambasının kısılmasıyla birlikte gerçeklik olduğu halden çıkıp, çarpık bir
hayale dönüşüyor. Gazın açılmasıyla ise eski haline geri dönüyor. Bu durum
filmde çarpıcı bir metafor olarak kullanılmış diye düşünüyorum. Işıkların yanıp
sönmesinin yarattığı imge-his; aydınlık/karanlık–gerçeklik/hayal ilişkisinin
arasına ustalıkla oturtulmuş.
Film
hem psikolojik hem de sosyolojik açıdan geniş bir yorum alanına sahip. Kişinin;
ailesi, arkadaşları,toplum tarafından hedeflenen amaca uygun manipüle edilmesi
ve zamanla kurban mantığına bürünmesi az görülür bir durum değil. Bireyin kendi
gerçekliğinde kalmayıp, kişilik bütünlüğü gibi -buna bir sürü ekleme yapabiliriz- tartışılmaması gereken şeyler konusunda karşı tarafa
taviz vermesi ve en sonunda da bunun sebebini kendisi olarak görmesi sadece bir
paradoksa yol açar. Bu zamanla kişinin kendi kendini manipüle etmesine kadar
varır. Kaldı ki, hiçbir sebep olmaksızın kendinden kaçmak, içine bakıp
sorunlarıyla, deneyimleriyle yüzleşmemek asıl manipülasyondur ve kişiyi
dışarıdan gelen istismara açan gerçek durum da budur.
Kendi
gerçekliğinizde kalıp, kendinizi sabote etmeden istediğiniz gibi bir hayat
yaşamanız dileğiyle sevgiler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder