“Zoe”,
son yıllarda seyrettiğim en çarpıcı
filmlerden biri. Yapay zekanın ulaşabileceği üst sınırı zorlayan, içinde farklı
bakış açıları barındıran bir yapım. Film boyunca, kendinize en çok sorduğunuz
soru –ki sürekli soru halinde oluyorsunuz zaten- şu oluyor : İnsana, insani
özellikleri kazandıran gerçekte nedir.? Konu sadece bu değil tabi. Filmde aşk,
yalnızlık, etik sınırlar vs. gibi birçok konuya da değinilmiş.
“Zoe”,
yapay zeka ile ilgili daha önce seyrettiğim filmlerden birçok yönüyle
ayrılıyor. En dikkat çekici husus ise insanın kabulde zorlandığı; terk edilme,
ayrılma ya da yalnızlık gibi duygulardan onu korumak için kişiye özel partner
olabilecek sentetik insanların yaratılması. Bu, her ne kadar basit bir düşünce
olarak görülse de aslında çok önemli bir nokta. Burada; acıdan, duygulardan diğer bir
ifadeyle benim çok önemsediğim deneyimden kaçma adına, gerçek olmayan bir
hayatı yaşama ön plana çıkıyor. Risk almadan, kendine alan açmadan yaşamak…
Aslına bakarsanız şimdi de öyle değil mi.? Kaçımız gerçek kimliklerimizle
hareket ediyoruz; gerçeği maskelemiyoruz veya inkar etmiyoruz.? Sosyal medyaya
bakmak bile bunu anlamak için yeterli. Sanal bir alemde kendimize yapay bir
gerçeklik oluşturuyoruz. Film bu durumu bir üst sınıra taşımış sadece.
Filmde,
bu riski minimuma indirmek için oluşturulan bir sistem -yapay
zeka-aracılığıyla, çiftlerin birbirleriyle uyumlu olup olmadığı konusunda da
tespit yapılıyor. Diğer bir ifadeyle insan kendi seçimlerini kendi eliyle
yarattığı bir makineye teslim ediyor. Burada, kişinin kendi
mutluluğu-mutsuzluğu konusunda sorumluluktan kaçma eğiliminde olduğunu görüyoruz.
Hayatımızın sorumluluğunu %100 almamız gerekirken, biz bunu farklı yollardan
başka kişilere ve olaylara yüklüyoruz. Çünkü insanın kendisi ile yüzleşmesi ve
kabule geçmesi, deneyimlerinin sorumluluğunu alması belki de dünyadaki en zor
şeylerden biri. Oysa hayatımızın anlamlı kısmını oluşturan şeyler,
deneyimimizin sorumluluğunu aldığımız durumlar ve bunlardan çıkarttıklarımızın
sonucunda öğrendiklerimizdir.
Diğer
taraftan yazının başında bahsettiğim sorunun cevabı da filmde işlenen ana
konulardan biri. Nereden bakarsanız bakın, aslında insana insani özellikleri
kazandıran duygularıdır. Düşünce bile duygunun yanında ikinci planda kalıyor
aslında. Gerçekte bizi yöneten duygularımız. Filmde özellikle aşk duygusunun
bile belli sınırlar içinde ve yapay şekilde
yaşanacak bir hal aldığını görüyoruz. Nedense gelecek ile ilgili bu tür filmler
hep distopya türünde. Belki de insan, kendine ve içindeki iyiliğe,
doğruluğa inanmalı artık.
Filmde
insan olmanın güzelliği ve değerine de vurgu var tabi. Sentetik insanlar gerçek
insanların hislerine, bedenlerine, düşüncelerine ve tepkilerine özeniyorlar. Bu
vurgu bana “Melekler Şehri” filmini hatırlattı. Öte yandan, filmde bu, ironik
bir şekilde kullanılmış. Bir taraftan insan olmanın, insani duygulara sahip
olmanın özelliği ve güzelliği vurgulanırken, diğer yandan da insana acı veren,
onu sarsan duygulardan korumak için sentetik insanların yaratımı var. Aslında
bu insanın doğal yapısına da güzel bir örnek. Tüm bunların dışında gözden
kaçırmamamız gereken husus şu diye düşünüyorum: İnsan olmanın asıl özelliği
deneyimlemek ve öğrenmek sonra öğrendiklerine göre seçimlerini değiştirmek
tekrar deneyimlemek tekrar öğrenmek… Bu doğal döngüyü kırmaya çalışmaktan daha
korkunç ne olabilir ki.?
Bunun
yanı sıra dikkatimi çeken ve alttan alta kendini hissettiren bir vurgu daha var
:Yaratılış ve Yaratanın bilmediğimiz, kavrayamadığımız bir nedenle insanı yaratması ve dünyaya
göndermesi ile ilgili bencillik…Buna göre insan, bu acı dolu ve korunmasız hissettiği dünyada olmayı hak etmiyor. Hatta her şey bir oyunda oyuncak olmaktan ibarettir belki de... Öncelikle belirteyim ki ben aynı fikirde
değilim bu şekilde düşünenlerle. Ayrıca kurgulanan senaryoda bu bilinçli bir
vurgu mu yoksa bilinçaltına ötelenen bir duygu-düşüncenin yansıması mı
bilemiyorum ama ben izlerken bunu hissettim. Bu düşünce tarzı genellikle yapay
zekayı ya da sentetik insanları anlatan filmlerde ön planda. Matrix, Bulut
Atlası Machina, Ex Machina -izlemenizi şiddetle tavsiye ederim- gibi filmlerde
bu düşünceyi açık olarak görebilirsiniz. 13.Kat adlı filmde de buna benzer bir vurgu var
ama orada konu biraz daha spesifik.
Duygularınızı
özgürce ifade ettiğiniz ve
deneyimlerinize sahip çıktığınız bir hayat yaşamanız dileğiyle iyi seyirler…