29 Eylül 2018 Cumartesi



“Zoe”, son yıllarda  seyrettiğim en çarpıcı filmlerden biri. Yapay zekanın ulaşabileceği üst sınırı zorlayan, içinde farklı bakış açıları barındıran bir yapım. Film boyunca, kendinize en çok sorduğunuz soru –ki sürekli soru halinde oluyorsunuz zaten- şu oluyor : İnsana, insani özellikleri kazandıran gerçekte nedir.? Konu sadece bu değil tabi. Filmde aşk, yalnızlık, etik sınırlar vs. gibi birçok konuya da değinilmiş.
“Zoe”, yapay zeka ile ilgili daha önce seyrettiğim filmlerden birçok yönüyle ayrılıyor. En dikkat çekici husus ise insanın kabulde zorlandığı; terk edilme, ayrılma ya da yalnızlık gibi duygulardan onu korumak için kişiye özel partner olabilecek sentetik insanların yaratılması. Bu, her ne kadar basit bir düşünce olarak görülse de aslında çok önemli bir nokta. Burada; acıdan, duygulardan diğer bir ifadeyle benim çok önemsediğim deneyimden kaçma adına, gerçek olmayan bir hayatı yaşama ön plana çıkıyor. Risk almadan, kendine alan açmadan yaşamak… Aslına bakarsanız şimdi de öyle değil mi.? Kaçımız gerçek kimliklerimizle hareket ediyoruz; gerçeği maskelemiyoruz veya inkar etmiyoruz.? Sosyal medyaya bakmak bile bunu anlamak için yeterli. Sanal bir alemde kendimize yapay bir gerçeklik oluşturuyoruz. Film bu durumu bir üst sınıra taşımış sadece.
Filmde, bu riski minimuma indirmek için oluşturulan bir sistem -yapay zeka-aracılığıyla, çiftlerin birbirleriyle uyumlu olup olmadığı konusunda da tespit yapılıyor. Diğer bir ifadeyle insan kendi seçimlerini kendi eliyle yarattığı bir makineye teslim ediyor. Burada, kişinin kendi mutluluğu-mutsuzluğu konusunda sorumluluktan kaçma eğiliminde olduğunu görüyoruz. Hayatımızın sorumluluğunu %100 almamız gerekirken, biz bunu farklı yollardan başka kişilere ve olaylara yüklüyoruz. Çünkü insanın kendisi ile yüzleşmesi ve kabule geçmesi, deneyimlerinin sorumluluğunu alması belki de dünyadaki en zor şeylerden biri. Oysa hayatımızın anlamlı kısmını oluşturan şeyler, deneyimimizin sorumluluğunu aldığımız durumlar ve bunlardan çıkarttıklarımızın sonucunda öğrendiklerimizdir.
Diğer taraftan yazının başında bahsettiğim sorunun cevabı da filmde işlenen ana konulardan biri. Nereden bakarsanız bakın, aslında insana insani özellikleri kazandıran duygularıdır. Düşünce bile duygunun yanında ikinci planda kalıyor aslında. Gerçekte bizi yöneten duygularımız. Filmde özellikle aşk duygusunun bile belli sınırlar içinde ve yapay  şekilde yaşanacak bir hal aldığını görüyoruz. Nedense gelecek ile ilgili bu tür filmler hep distopya türünde. Belki de insan, kendine ve içindeki iyiliğe, doğruluğa inanmalı artık.
Filmde insan olmanın güzelliği ve değerine de vurgu var tabi. Sentetik insanlar gerçek insanların hislerine, bedenlerine, düşüncelerine ve tepkilerine özeniyorlar. Bu vurgu bana “Melekler Şehri” filmini hatırlattı. Öte yandan, filmde bu, ironik bir şekilde kullanılmış. Bir taraftan insan olmanın, insani duygulara sahip olmanın özelliği ve güzelliği vurgulanırken, diğer yandan da insana acı veren, onu sarsan duygulardan korumak için sentetik insanların yaratımı var. Aslında bu insanın doğal yapısına da güzel bir örnek. Tüm bunların dışında gözden kaçırmamamız gereken husus şu diye düşünüyorum: İnsan olmanın asıl özelliği deneyimlemek ve öğrenmek sonra öğrendiklerine göre seçimlerini değiştirmek tekrar deneyimlemek tekrar öğrenmek… Bu doğal döngüyü kırmaya çalışmaktan daha korkunç ne olabilir ki.?
Bunun yanı sıra dikkatimi çeken ve alttan alta kendini hissettiren bir vurgu daha var :Yaratılış ve Yaratanın bilmediğimiz, kavrayamadığımız bir nedenle  insanı yaratması ve dünyaya göndermesi ile ilgili bencillik…Buna göre insan, bu acı dolu ve korunmasız hissettiği dünyada olmayı hak etmiyor. Hatta her şey bir oyunda oyuncak olmaktan ibarettir belki de... Öncelikle belirteyim ki ben aynı fikirde değilim bu şekilde düşünenlerle. Ayrıca kurgulanan senaryoda bu bilinçli bir vurgu mu yoksa bilinçaltına ötelenen bir duygu-düşüncenin yansıması mı bilemiyorum ama ben izlerken bunu hissettim. Bu düşünce tarzı genellikle yapay zekayı ya da sentetik insanları anlatan filmlerde ön planda. Matrix, Bulut Atlası Machina, Ex Machina -izlemenizi şiddetle tavsiye ederim- gibi filmlerde bu düşünceyi açık olarak görebilirsiniz. 13.Kat adlı filmde de buna benzer bir vurgu var ama orada konu biraz daha spesifik.
Duygularınızı özgürce ifade ettiğiniz  ve deneyimlerinize sahip çıktığınız bir hayat yaşamanız dileğiyle iyi seyirler…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder