25 Mayıs 2018 Cuma

SIRLAR BOHÇASI




            Hayatın akışı içinde insanın kendisiyle, diğer insanlarla ve dış unsurlarla iletişimini sağlayan birçok yol var. İletişimi sadece sözlü olarak sınırlandırmak çok dar bir bakış açısı olur. Diyebiliriz ki, insanın farkında olmasını sağladığı  sürece her şey bir iletişim yolu sayılabilir. Sadece insanlarla da sınırlı tutmamak gerekir tabi. Tüm varlıklar birbiriyle iletişim içinde. Hayatın devamlılığı ve devinimi  için gerekli ve hayati bir unsur iletişim.
            En önemli iletişim yollarından biri de semboller hiç kuşkusuz. Bugün size tanıtacağım kitabın da sloganı : “Hayat sembollerle konuşur.” şeklinde. Sembol başlı başına bir dildir. Sembolü sadece bir şeyi simgelen klasik işaretler şeklinde algılamamak lazım. Olaylar, yaşadıklarımız ve algıladıklarımız da farklı şekillerdeki semboller olarak hayatımızda yer alıyor. Rüyalarımız bile sembollerle konuşur aslında. Bilinçaltının bizimle farklı bir dille, sembollerle konuşmasıdır rüyalar. Bir nev’i dıştan içe bakmaktır sembolleri yorumlamak.
            Sanat dünyasında da yapılandırıcı  yeri olan bir kavramdır sembol. Tüm sanat dalları alıcıya göndermek istedikleri mesajları semboller aracılığıyla iletir. Kaldı ki, her alanda etkili bir yoldur sembol kullanmak. Bunu din, toplum, iş yaşamı, kitlesel hareketleri yönetme vs. birçok alanda rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz.
            Yazar kitabında bu konu ile ilgili detaylı bir inceleme yapmış. Yer yer kendi hayat felsefesiyle de sembol kavramını harmanlayıp özdeşleştiriyor. Renkler, sayılar, çiçekler, meyveler, hayvanlar, mistik semboller vs. pek çok sembolün anlamını ve kullanımını gözler önüne seriyor.
            Diğer taraftan, sembolleri doğru olarak okuyabilme; hem yaşadıklarımızı ve çevremizi doğru olarak anlamlandırma hem de çıkarttığımız anlam doğrultusunda hayatımızı yeniden yönlendirme açısından büyük fayda sağlar. Bu açıdan bakıldığında kitabın önemi daha da iyi anlaşılıyor.
            “Sırlar Bohçası” titizlikle yazılmış bir başucu kitabı. İçinde birçok sembole yer verilmiş. Bu size birdenbire fazla bilgi yüklenmişsiniz hissi verebilir.  Bu nedenle kitabı okurken sadece şimdiye kadar dikkatinizi çeken semboller üzerinde yoğunlaşacaksınız muhtemelen. Ancak “Sırlar Bohçası” hayatınız boyunca karşınıza çıkan her sembolde açıp bakacağınız bir kaynak. Hayatın size verdiği mesajları görmeniz ve doğru okumanız dileğiyle…

13 Mayıs 2018 Pazar

SUYUN SESİ



Bugün size yılın bol oscarlı filmi “Suyun Sesi’nden bahsetmek istiyorum. Öncelikle belirtmeliyim ki, alt okuması oldukça fazla, çarpıcı bir fim “Suyun Sesi”. Tabi yönetmeninin bol canavarlı filmlerin yaratıcısı olan Guillermo Del Taro olması hayli enteresan bir tablo çıkarıyor karşımıza.
Söylemeliyim ki, filmdeki kahramanlar birbirleriyle kıyaslandığında oldukça ironik bir durum ortaya çıkıyor.Filmdeki kadın kahraman Elsa ne kadar sıradan - hatta sokakta görsek dönüp bakmayacağımız- bir tipse erkek kahraman da bir o kadar sıra dışı ve alışılmadık. Diğer taraftan Guillermo filmin senaryosunu Elsa için yazdığını söylemiş. Yazının ilerleyen bölümünde Elsa’nın taşıdığı özelliklere baktığımızda bu çok isabetli geliyor.
Filmin ana konusu sevgi olmakla birlikte satır aralarında birçok konu barındırıyor. Sevgi,aşk,farklılıklar,ötekileştirme,insani değerler, yalnızlık, cinsellik vs.
Filmin kadın kahramanı –hatta ben ona baş kahramanı diyeceğim- Elsa konuşma engeli olan biri. Kendine ait küçük bir dünyası ve sıradan bir hayatı var. Tıpkı kendisi gibi. Ancak filmin ilerleyen karelerinde aslında bunun hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Tabi daha fazla ayrıntıya girmeyip, sizi filmi heyecanla izleme zevkinden mahrum bırakmayacağım.
Filmdeki en önemli vurgu sevgi üzerine. İnsan tüm farklılıklara, imkansız gibi görünen tüm şartlara rağmen –ki benim sözlüğümde imkansız kelimesi mevcut değil- birbirini koşulsuzca sevebilir mi.? Ben bunu kendi adıma deneyimledim. Sanırım bu yüzden filmde kendimden de bir parça buluyorum. Film ilerledikçe siz de bu soruyu kendinize sormaya başlıyorsunuz. Eminim bu soruya herkesin cevabı farklı olacaktır. Neden derseniz; duyguların, kavramların tanımları üzerine insanlar arasında ortak bir anlaşma olduğu gibi aslında herkes kendi perspektifinden yorumlar her şeyi.
Yoğun duygular içeren filmde cinsellik de eksik değil tabi. Bu, Elsa üzerinden o kadar doğal anlatılıyor ki, tabu olmaktan çıkıveriyor bir anda. Ayrıca birbirini seven iki varlık arasında sevginin, paylaşmanın ve bütünleşmenin en güzel, en doğal hali olarak ortaya çıkıyor.
Bu durum hem yumurta hem de su imgesiyle destekleniyor. Su tıpkı rahim gibi hayatın başladığı yer aslında. Bilimsel açıklamalar ve birçok öğretiye göre de hayat su ile başlar. Anne karnına düşmemiz bile suyun sayesindedir. Yine yumurta da hem cinsellik hem de yaşamın başlangıcı ile ilgili, yaşam için önemli bir sembol.
Buradan filmde kullanılan, hemen her karede yer alan su imgesine değinmek istiyorum. Yukarıda da bahsettiğim gibi su hayatla, yaratımla ilgilidir. Su olmadan hiçbir şey olmaz. Bunun yanı sıra çok önemli bir arınma aracıdır. Filmde bu yönde kullanıma çok rastlamıyoruz.
Diğer taraftan su bilinçaltını temsil eder. Bir nev’i duygularla ilgilidir. Suyun altı derinlerde sakladığımız kayıtların tutulduğu yerdir. O yüzden suyun altında yaşan canlılar bilinçaltı ile ilişkilendirilir. Filmde de Elsa’nın aşık olduğu farklı türden varlık normalde suyun altında yaşıyor. Filmin gidişatında bu noktanın atlandığını sanmıyorum.
Filmde hakim olan renk olan mavi renk aynı zamanda suyun rengi olarak da kullanılmış. Biliyoruz ki, suyun bir rengi yok  ama yansıtma özelliği var. Guillermo filmlerinde belirgin olarak bir renk kullanan bir yönetmen. Renklerin simgesel gücünden yararlanıyor. Burada “mavi”yi içsel huzur, masumiyet ve umut olarak kullandığını düşünüyorum. Ayrıca mavi iletişimin de rengi. Bu açıdan önemli. Elsa’yı gözlemlendiğimizde kendi içinde bir bütüne ulaşmış, kolay akan bir enerjisi olan biri olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Ötekileştirme de filmde ön planda olan konulardan biri. Filmdeki karakterler genel olarak toplumdan farklı kişiler. Elsa duyma engeli olan biri. Farklı türden olan varlık için zaten söyleyecek bir şey yok. Elsa’nın en yakın dostu bir eşcinsel vs. Bu kişilerin hepsi hor görülüyor ve dışlanıyorlar. Burada yönetmenin bu duruma karşı titiz bir eleştirisinin olduğunu görüyoruz. Aslında burada farklı bir şey daha var. İnsanlar gerçekle yüzleşmekte zorlandıklarında hayal güçlerine sığınıyorlar. Orada her şey yolunda ve mümkün. Yönetmenin “Pan’ın Labirenti” filminde de aynı durumu görüyorum. “Pan’ın Labirenti” seyrettiğim en iyi filmlerde biri. Bu arada yönetmenin birbirine en çok benzeyen filmleri “Pan’ın Labirenti” ve “Suyun Sesi”dir herhalde. Bitiş şekilleri bile benzer.
Değinmeden geçemeyeceğim. Filmde dikkat çeken konulardan biri de kadının gücü ve cesareti. “Suyun Sesi” gerçekle masalın karışımı görsellikle de desteklenen harika bir film. Masal yönünden bakıldığında bir farklılık göze çarpıyor. Klasik masallarda  -Pamuk Prenses, Sinderella, Kurbağa Prens vs.- hep bir erkeğin kadını kurtardığını ve hayata döndürdüğünü görüyoruz. Oysa bu filmde durum oldukça farklı. Sonu için konuşmuyorum çünkü oradaki vurgu farklı bir şeye işaret ediyor. Öte yandan filmin gerçeklikle bağlantısı yönünden de bu algının yıkıldığını görüyoruz. Suyla ve yumurtayla dişil enerjinin desteklendiği formatta durumun farklı olması da beklenemezdi zaten.
            Bakış açınıza farklılık getirmesi dileğiyle iyi seyirler.



7 Mayıs 2018 Pazartesi

MERKEZDE VE DENGEDE KALMAK






          Çoğumuz istiyoruz ki, yaşamımız belli bir düzen dahilinde olsun, konfor alanımızın dışına hiç çıkmayalım. Ancak ne evrenin kanunları ne de spiritüel kanunlar böyle bir düşünceyi destekliyor.
          Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, evrende her şey aslında kaotik bir yapıya sahip. Diğer taraftan bu düzensizlik kendi içinde bir düzen yaratıyor. Burada karşımıza “entropi” denilen bilimsel bir kavram çıkıyor. En yalın anlamıyla entropi bir maddenin düzen yaratmak için kendi enerjisini dağıtmasıdır. Diğer bir ifadeyle evrenin düzensizliği çoğaltmak için düzen cepheleri yaratmasıdır. Buna verilebilecek en basit örneklerden biri brokoli. Kızım Nehir sayesinde evimizde eksik olmayan çok iyi bildiğim bir sebze. Brokoli biraz önce bahsettiğim evrendeki düzensizliği destekleyen en iyi örneklerden biri aslında. Takip edilemez gibi görünen kıvrımları, dalları, ayrıntıları var. Daha yakından bakıldığında ise “fraktal” dediğimiz belli bir alan içinde sıralanmış bir düzen oluşturan geometrik şekiller görülür.
            Durum böyleyken yaşamımızın belli bir çizgide gitmesini beklemek boş ve anlamsız bir hale geliyor. Çünkü ruhun yolculuğunda kendisi ve dünya ile ilişkilerini düzenleyen spiritüel yasalar evrenin yasalarından bağımsız değil. Her şey bir bütün ve birbirine bağlı. Rastgele dünyaya gelmiş bir varlık olduğumuzu düşünmek ve başımıza gelenleri bir tesadüf gibi değerlendirmek bu noktada geçerliliğini yitiriyor. Burada kod ve desen farkına da sadece değinip geçmek istiyorum.
         Bu açıdan baktığımızda yaşadığımız onca şeyin bir anlamı olduğunu görebiliriz. Deneyimlerimiz ilahi planla kendi ruh planımızın birleşme noktasında bir düzen yaratıyor aslında. Farkında olmasak da ortada kendimizin ve birbirimizin gelişimini destekleyen bir ortak bir plan var.
     Söylemek kolay ama başımıza gelen birçok olayı bu doğrultuda kabullenmek zor diyebilirsiniz. Diyebilirim ki, kendimle ilgili olarak kabullenme –dönüşüm yoluna girdiğimde ilk zamanlar çok zorlandım. Çünkü yaşadıklarımın sorumluluğunu almak istemiyor, sürekli yaratıcıyı, insanları ve şartları suçluyordum. Zaman ilerledikçe ve kendimle çalışma yolunda istikrarlı, kararlı davrandıkça deneyimlerimin sorumluluğunu almaya, kabullenmeye  başladım. Bu da dönüşümü beraberinde getirdi. Burada şunu hemen belirteyim ki, bu bitmeyecek bir süreç ve benim de yolculuğum devam ediyor.      
            Diğer taraftan bu süreç bana çok yararlı bir şey daha öğretti: Ne olursa olsun kendi merkezimde ve dengede kalmak. Deneyimi yaşamak ama aynı zamanda farkındalığını kaybetmemek (mindfulness). Kimi zaman bu zorlayıcı olabilir ama zamanla yaşam tarzınız halini geliyor. Yaşadıklarımız konusunda hissetiklerimiz çok normal. Hissi inkar etmenin, yok saymanın anlamı yok. Kabullenme ve anlamlandırma açısından da önemli zaten. Önemli olan kabullenme noktasında farkındalığın doğması. Bir süre sonra ikisini ayrı olarak değerlendirip aynı zamandan tek düzlemde görebiliyorsunuz. Deneyimleri iyi-kötü olarak sınıflandırmamız da doğru bir bakış açısı değil. İyi- kötü diye bir şey yok aslında. Bizim gelişmemiz, büyümemiz için gerekli olan neyse o oluyor.
       Farkındalık noktasında deneyimi kabullenip dengede ve merkezde kalmaya en güzel örnek fırtına sanırım. Doğa olaylarına ilgisi olanlar bilirler. Bir fırtınada en sakin, en dingin nokta fırtınanın merkezidir. Yaşam oyununda deneyimlediğimiz  her olayda -ki bu her türlü deneyim ve duygu için geçerli- merkezde kalıp gözlemlemek duruma verebileceğimiz en güzel cevaptır. Dikkat ederseniz tepki demiyorum. Cevap ile tepki arasında büyük bir fark var çünkü. Tepki bilinçsiz bir davranıştır. Savunma veya saldırma amaçlı yönlendirilir. Dengeyi de bozan budur zaten. Cevap da  ise enerji olanı yapıcı bir şekilde içselleştirmek için kullanılır. Burada kabullenme ve sorumluluk vardır.
 Sonuç olarak her şey entropiyi kullanarak enerjisini paylaşıyor ve farklı bir şeye hizmet ediyor. Daima kendi merkezinizde ve dengede kalmanız dileğiyle sevgiler…

1 Mayıs 2018 Salı

SPİRİTÜEL YASALAR



        Biliyoruz ki, dünyada her şey kendi etkinlik alanı içinde bir yasaya tabidir ve bu çerçevede işler, gerçekleşir. Bu durum bizim kendimizle olan ilişkimiz ve hayata karışırken diğer insanlarla olan etkileşimimiz için de geçerlidir. Bu yasalara spiritüel yasalar diyoruz.
            Evren yasalar üzerine kuruludur. Bizler bir olayı anlamlandırırken  bile sebep-sonuç ilişkisi kurarız ve buna göre yorum yaparız. Farkında olmasak da her şeyi yasalar çerçevesinde değerlendiririz. Bu demektir ki, ruhumuzla ve hayatla irtibatımıza ilişkin yasaları iyi bildiğimiz ve bu yasaları etkin kullandığımız ölçüde yaşamla ve kendimizle uyum içinde olabiliriz. Gerçek huzur ve mutluluğu yakalamamız büyük ölçüde buna bağlıdır.
            Şöyle düşünelim; hayat akıp giden bir nehir ve biz bu nehre karışmaya çalışan su yollarıyız. Bu yol bizim yaşam yolumuz ve ana kaynakla bağlantımızın kesilmemesi gerekir. Bütünle, hayatın kendisiyle bir olmak için bu akış sürekli ve kesintisiz olmalı. Akışta kalmak da bu demek  zaten. Düşünün, bu akış  sekteye uğradı ne olur.? Bir kere ana yaşam kaynağına ulaşamayız ve kirlenmeye, bulanmaya başlarız. Tabi bu mecazi anlamda bir yaklaşım.  Bunun yanı sıra hayatın genel akışı süreklidir çünkü bu da bir yasaya bağlanmıştır. Bu nedenle bir süre sonra da akışın tıkandığı yerde biriken su taşar; hem kendi kontrolünü kaybeder hem de çevreye zarar vermeye başlar.  Akış zaten doğaldır, bir çaba gerektirmez. Bu yüzden kendimizi akışa bırakmak  ve ritmi bozmamak gerekir.
            Diana Cooper bu noktada önemli spiritüel yasalara ve bu yasaların nasıl işlediğine değiniyor. Yazar bizi akışta tutacak ve büyük kaynakla, herkesle bir olmaya yardımcı olacak önemli bilgiler veriyor. Kitabı bitirdiğinizde kendinize ve hayata karşı farklı bir bakış açısı kazanıyorsunuz.
            Kendi yolunuzu bulmanız, anda ve akışta kalmanız dileğiyle iyi okumalar.