13 Mayıs 2018 Pazar

SUYUN SESİ



Bugün size yılın bol oscarlı filmi “Suyun Sesi’nden bahsetmek istiyorum. Öncelikle belirtmeliyim ki, alt okuması oldukça fazla, çarpıcı bir fim “Suyun Sesi”. Tabi yönetmeninin bol canavarlı filmlerin yaratıcısı olan Guillermo Del Taro olması hayli enteresan bir tablo çıkarıyor karşımıza.
Söylemeliyim ki, filmdeki kahramanlar birbirleriyle kıyaslandığında oldukça ironik bir durum ortaya çıkıyor.Filmdeki kadın kahraman Elsa ne kadar sıradan - hatta sokakta görsek dönüp bakmayacağımız- bir tipse erkek kahraman da bir o kadar sıra dışı ve alışılmadık. Diğer taraftan Guillermo filmin senaryosunu Elsa için yazdığını söylemiş. Yazının ilerleyen bölümünde Elsa’nın taşıdığı özelliklere baktığımızda bu çok isabetli geliyor.
Filmin ana konusu sevgi olmakla birlikte satır aralarında birçok konu barındırıyor. Sevgi,aşk,farklılıklar,ötekileştirme,insani değerler, yalnızlık, cinsellik vs.
Filmin kadın kahramanı –hatta ben ona baş kahramanı diyeceğim- Elsa konuşma engeli olan biri. Kendine ait küçük bir dünyası ve sıradan bir hayatı var. Tıpkı kendisi gibi. Ancak filmin ilerleyen karelerinde aslında bunun hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Tabi daha fazla ayrıntıya girmeyip, sizi filmi heyecanla izleme zevkinden mahrum bırakmayacağım.
Filmdeki en önemli vurgu sevgi üzerine. İnsan tüm farklılıklara, imkansız gibi görünen tüm şartlara rağmen –ki benim sözlüğümde imkansız kelimesi mevcut değil- birbirini koşulsuzca sevebilir mi.? Ben bunu kendi adıma deneyimledim. Sanırım bu yüzden filmde kendimden de bir parça buluyorum. Film ilerledikçe siz de bu soruyu kendinize sormaya başlıyorsunuz. Eminim bu soruya herkesin cevabı farklı olacaktır. Neden derseniz; duyguların, kavramların tanımları üzerine insanlar arasında ortak bir anlaşma olduğu gibi aslında herkes kendi perspektifinden yorumlar her şeyi.
Yoğun duygular içeren filmde cinsellik de eksik değil tabi. Bu, Elsa üzerinden o kadar doğal anlatılıyor ki, tabu olmaktan çıkıveriyor bir anda. Ayrıca birbirini seven iki varlık arasında sevginin, paylaşmanın ve bütünleşmenin en güzel, en doğal hali olarak ortaya çıkıyor.
Bu durum hem yumurta hem de su imgesiyle destekleniyor. Su tıpkı rahim gibi hayatın başladığı yer aslında. Bilimsel açıklamalar ve birçok öğretiye göre de hayat su ile başlar. Anne karnına düşmemiz bile suyun sayesindedir. Yine yumurta da hem cinsellik hem de yaşamın başlangıcı ile ilgili, yaşam için önemli bir sembol.
Buradan filmde kullanılan, hemen her karede yer alan su imgesine değinmek istiyorum. Yukarıda da bahsettiğim gibi su hayatla, yaratımla ilgilidir. Su olmadan hiçbir şey olmaz. Bunun yanı sıra çok önemli bir arınma aracıdır. Filmde bu yönde kullanıma çok rastlamıyoruz.
Diğer taraftan su bilinçaltını temsil eder. Bir nev’i duygularla ilgilidir. Suyun altı derinlerde sakladığımız kayıtların tutulduğu yerdir. O yüzden suyun altında yaşan canlılar bilinçaltı ile ilişkilendirilir. Filmde de Elsa’nın aşık olduğu farklı türden varlık normalde suyun altında yaşıyor. Filmin gidişatında bu noktanın atlandığını sanmıyorum.
Filmde hakim olan renk olan mavi renk aynı zamanda suyun rengi olarak da kullanılmış. Biliyoruz ki, suyun bir rengi yok  ama yansıtma özelliği var. Guillermo filmlerinde belirgin olarak bir renk kullanan bir yönetmen. Renklerin simgesel gücünden yararlanıyor. Burada “mavi”yi içsel huzur, masumiyet ve umut olarak kullandığını düşünüyorum. Ayrıca mavi iletişimin de rengi. Bu açıdan önemli. Elsa’yı gözlemlendiğimizde kendi içinde bir bütüne ulaşmış, kolay akan bir enerjisi olan biri olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Ötekileştirme de filmde ön planda olan konulardan biri. Filmdeki karakterler genel olarak toplumdan farklı kişiler. Elsa duyma engeli olan biri. Farklı türden olan varlık için zaten söyleyecek bir şey yok. Elsa’nın en yakın dostu bir eşcinsel vs. Bu kişilerin hepsi hor görülüyor ve dışlanıyorlar. Burada yönetmenin bu duruma karşı titiz bir eleştirisinin olduğunu görüyoruz. Aslında burada farklı bir şey daha var. İnsanlar gerçekle yüzleşmekte zorlandıklarında hayal güçlerine sığınıyorlar. Orada her şey yolunda ve mümkün. Yönetmenin “Pan’ın Labirenti” filminde de aynı durumu görüyorum. “Pan’ın Labirenti” seyrettiğim en iyi filmlerde biri. Bu arada yönetmenin birbirine en çok benzeyen filmleri “Pan’ın Labirenti” ve “Suyun Sesi”dir herhalde. Bitiş şekilleri bile benzer.
Değinmeden geçemeyeceğim. Filmde dikkat çeken konulardan biri de kadının gücü ve cesareti. “Suyun Sesi” gerçekle masalın karışımı görsellikle de desteklenen harika bir film. Masal yönünden bakıldığında bir farklılık göze çarpıyor. Klasik masallarda  -Pamuk Prenses, Sinderella, Kurbağa Prens vs.- hep bir erkeğin kadını kurtardığını ve hayata döndürdüğünü görüyoruz. Oysa bu filmde durum oldukça farklı. Sonu için konuşmuyorum çünkü oradaki vurgu farklı bir şeye işaret ediyor. Öte yandan filmin gerçeklikle bağlantısı yönünden de bu algının yıkıldığını görüyoruz. Suyla ve yumurtayla dişil enerjinin desteklendiği formatta durumun farklı olması da beklenemezdi zaten.
            Bakış açınıza farklılık getirmesi dileğiyle iyi seyirler.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder